23 Aralık 2010 Perşembe

Lorik Cana kaptan olsun

And it's not just a game
You can't throw me away
I put all I had on the line
And I give and you take
And I played the high stakes
I've won and I've lost
But, I'm fine

Hear me say I'll rise up 'til the end
Hear me say I'll stand up for my friends
And I crash to the ground
And it's just my own sound
I drop in the blink of an eye
I'm colorblind

Overtone - Colorblind

Onun için yazılmış...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Geriye dönmek zor değildir, imkansızdır


Isaak Farfelu. Kim mi? Biraz tanıtayım size. Kimilerine göre sadece bir sosisçi. Kimilerine göre ise sosisle sanat yapmayı becerebilen bir usta. Farfelu, Retiro Park'ın güneş alan kaldırımında, sömürgecilik döneminden kalma eski bir apartmanın en alt katında ufak lokantasını işletiyordu: "Farfelu's". Liseden sonra okuma fırsatı bulamamasına rağmen ufak alüminyum tezgah arabasında sattığı sosis-sangria işini büyütmüş ve kendi lokantasına sahip olmuştu. Gösterişli bir dükkanı olmamasına rağmen bu on masalık salaş dükkanda sosis yemek için Alcorcón'dan, Móstoles'ten gelen sadık müşterileri olurdu. Hatta önemli Katalan iş adamı Francesc Miró-Sans onun için, "Bu Granadalı heriften nefret ediyorum ama sosisleri için bu güneyli piçe bütün servetimi ödeyebilirim"

Lokantayı yirminci yüzyılın ilk yarısı bitmek üzereyken bir açıkartırmada satın almış kendi zevkine göre özel olarak dekore etmişti. Lokanta salaş olmasına rağmen, içindeki mermer taklidi sütunları, Floransa işi kare kare döşeme taşları ve uzun Amerikan barı sayesinde geniş ve ferahtı. Ön camdan dışarı bakıldığında, Retiro Park'ın uç kısmındaki kestane ağaçları, katedral, Diego Velázquez heykeli ve geç saatlerde caddenin diğer tarafında müşteri bulmaya çalışan yarı-çıplak fahişeler görünürdü.

Isaak Farfelu, insanlar lokantasına akın akın gelmesine rağmen dükkanını eski ve sevimsiz bulurdu. Gelen turistler duvarlarda yer alan antik objelere bayılır, sadık müşterileri ise dükkanın temel taşı olarak Amerikan barının üzerinde yer alan Mahou musluğunu görürdü. Ancak Farfelu'ya göre hem duvardaki rulolu laternanın hem de lanet bira musluğunun devri kapanmıştı. Yaptığı sosislerle büyülediği insanların ve yaptığı sangrialarla sarhoş ettiği müşterilerin sayısı küçümsenmeyecek kadar fazlaydı. Ancak Farfelu daha fazlasını istedi.

Tam olarak 1964 yılının yazıydı. Farfelu yeni dükkanını açtı. Eski dükkanının üç blok üzerinde, Goya'da. Neonlarla aydınlatılmış koyu yeşil panonun üzerinde turuncu, gotik puntolarla "Farfelu's: Eskisi kadar lezzetli, çok daha yeni" yazıyordu. Bu slogan içine sinmemişti ancak eşi Florina'yı dinlemekten başka şansı yoktu. İçerideki masa sayısı neredeyse üç katına çıkmış, Farfelu daha önceden tek garson çalıştırırken, şimdi onu baş garson yapıp altına dört yeni yetme daha almıştı. Kısacası bir anda işler büyümüştü. Gel zaman git zaman, Farfelu eski sadık müşterilerinin gelmediğini ya da seyrek uğradığını fark etti. Bunda tabi ki artan fiyatların etkisi büyüktü. Gelen müşteri profili değişmiş, lokantası halk tipi olmaktan çıkıp, arka cebi şişkin tüccarlarla hizmet eder olmuştu. Farfelu güler yüzü ve güvenilir kişiliği sayesinde önemli insanlarla dostluklar kurmuş, belki de hayal ettiği lokantasına kavuşmuştu.

İşler yolunda giderken yakın dostu Andreu'dan bir telefon alır: "Florina seni o Katalan bozuntusuyla aldatıyor". İnanmak istemese de bu cümle beynine kazınır. Sakin bir salı akşamı bar taburesinde Porto şarabını yudumlarken Francesc'in içeri girdiğini görür. Francesc cam kenarındaki masalardan birine oturur ve barın arkasında sangria hazırlayan Florina'ya ufak bir gülücük atar. Farfelu ise sevimsiz bir "Hoşgeldin" deyip kenara çekilir. Antrenin dibindeki dev bira fıçısının ardına geçip diğer müşterilerle ilgilenir, bir yandan da Francesc ve Florina'yı gözler. Francesc bir süre sonra bara geçer ve Florina'yla uzun uzun sohbet etmeye başlar. Konuşmanın bir bölümünde Francesc, Florina'nın ellerini sıkı sıkı tutmaya başlar. Açık açık birbirlerine kur yaptıklarını gören Farfelu birden sinir krizi geçirir.

Kıskançlık yedi ölümcül günahtan biridir. Bazen ise işleri tamamen batırma sebebi. Farfelu o olaydan sonra lokantayı toparlayamaz. O gün lokantayı birbirine katması müşterileri kaybetmesi anlamına gelmektedir. Ufak Madridiario sosyetesinde çabuk duyulan bu olay cebi dolu müşterileri yeni sosisçilere iter. Farfelu, Florina'dan ayrıldığı gibi, lokantaya da ayda sadece bir kez hesapları kontrol etmek için uğrar. Yıllardan beri uğraştığı o hesaplar üç ay sonra kendisine kısaca şunu söyler: "İflas ettin dostum". Yanında çalışan herkesin işine son verir. Artık kepenkler inmiştir. Kapıdaki "cerrada" yazısının arkasında barda tek buzlu viskisini yudumlarken şunu düşünür: "Her şey mükemmeldi, orası belki eskiydi, belki döküntüydü ama her köşesi anılarla kaplı cennete açılan sonsuz bir kapıydı"

Farfelu, ertesi gün lokantasını tekrar eski yerine taşımak için, Retiro Park'ın diğer yakasına geçer. Ancak bir zamanlar sosislerle harikalar yarattığı ufak lokantada şimdi Faslı bir göçmen halı satmaktadır. Faslıya dükkanını satın almak için astronomik bir miktar önerir ve hikayesini anlatır. Faslı'nın cevabı nettir: "Senin şimdiki durumuna düşmem için beni sevdiğim dükkanımdan kovmak mı istiyorsun? Haha. Hiç şansın yok ihtiyar". Dükkandan çıktığında "Lanet olası göçmenler eskiden bu kadar felsefe yapmazdı. Para için ailesini bile satardı bu piçler" diye düşünür. Sokağın sonunda geldiğinde duraklar, bir müddet gök yüzündeki bulutları izler ve kendi kendine "Goya'ya geçmeseydim belki daha fakir ama daha mutlu olacaktım. Hem belki sevdiklerim de benimle olurdu" diye düşünür.

***

Peki hikayemizin futbolla alakası ne? Özet şu: Galatasaray bu akşam ligdeki son Ali Sami Yen maçına çıkıyor. Bazılarımız Aslantepe'ye geçileceği için oldukça heyecanlı. Bazılarımızda tatlı bir hüzün var. Bazılarıysa "Sami Yen bırakılmaz ulan" diyor. Bana göre yeni stat demek her şey demek değil. Karşı mıyım? O da değil. Galatasaray, takım ruhunu ve endüstriyel futbola karşı az da olsa elinde bulundurduğu özelliklerini çoktan kaybetti bence. Bana göre mevcut durumda bu takımı temsil edecek ögelerin başında dev bir mimari değil, tarihi anıların sardığı, içimizi iyi hissedebileceğimiz bir ev gerekiyor. Tabi ki bu kadar romantik yaklaşmamda 1998-2003 yılları arasında (Olimpiyat Stadı'na geçene kadar) aralıksız her maça gitmemin sebebi büyüktür. Tabi ki her zaman en iyisini umuyorum Galatasaray için, ancak umarım sonumuz Señor Farfelu gibi olmaz..