23 Aralık 2010 Perşembe

Lorik Cana kaptan olsun

And it's not just a game
You can't throw me away
I put all I had on the line
And I give and you take
And I played the high stakes
I've won and I've lost
But, I'm fine

Hear me say I'll rise up 'til the end
Hear me say I'll stand up for my friends
And I crash to the ground
And it's just my own sound
I drop in the blink of an eye
I'm colorblind

Overtone - Colorblind

Onun için yazılmış...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Geriye dönmek zor değildir, imkansızdır


Isaak Farfelu. Kim mi? Biraz tanıtayım size. Kimilerine göre sadece bir sosisçi. Kimilerine göre ise sosisle sanat yapmayı becerebilen bir usta. Farfelu, Retiro Park'ın güneş alan kaldırımında, sömürgecilik döneminden kalma eski bir apartmanın en alt katında ufak lokantasını işletiyordu: "Farfelu's". Liseden sonra okuma fırsatı bulamamasına rağmen ufak alüminyum tezgah arabasında sattığı sosis-sangria işini büyütmüş ve kendi lokantasına sahip olmuştu. Gösterişli bir dükkanı olmamasına rağmen bu on masalık salaş dükkanda sosis yemek için Alcorcón'dan, Móstoles'ten gelen sadık müşterileri olurdu. Hatta önemli Katalan iş adamı Francesc Miró-Sans onun için, "Bu Granadalı heriften nefret ediyorum ama sosisleri için bu güneyli piçe bütün servetimi ödeyebilirim"

Lokantayı yirminci yüzyılın ilk yarısı bitmek üzereyken bir açıkartırmada satın almış kendi zevkine göre özel olarak dekore etmişti. Lokanta salaş olmasına rağmen, içindeki mermer taklidi sütunları, Floransa işi kare kare döşeme taşları ve uzun Amerikan barı sayesinde geniş ve ferahtı. Ön camdan dışarı bakıldığında, Retiro Park'ın uç kısmındaki kestane ağaçları, katedral, Diego Velázquez heykeli ve geç saatlerde caddenin diğer tarafında müşteri bulmaya çalışan yarı-çıplak fahişeler görünürdü.

Isaak Farfelu, insanlar lokantasına akın akın gelmesine rağmen dükkanını eski ve sevimsiz bulurdu. Gelen turistler duvarlarda yer alan antik objelere bayılır, sadık müşterileri ise dükkanın temel taşı olarak Amerikan barının üzerinde yer alan Mahou musluğunu görürdü. Ancak Farfelu'ya göre hem duvardaki rulolu laternanın hem de lanet bira musluğunun devri kapanmıştı. Yaptığı sosislerle büyülediği insanların ve yaptığı sangrialarla sarhoş ettiği müşterilerin sayısı küçümsenmeyecek kadar fazlaydı. Ancak Farfelu daha fazlasını istedi.

Tam olarak 1964 yılının yazıydı. Farfelu yeni dükkanını açtı. Eski dükkanının üç blok üzerinde, Goya'da. Neonlarla aydınlatılmış koyu yeşil panonun üzerinde turuncu, gotik puntolarla "Farfelu's: Eskisi kadar lezzetli, çok daha yeni" yazıyordu. Bu slogan içine sinmemişti ancak eşi Florina'yı dinlemekten başka şansı yoktu. İçerideki masa sayısı neredeyse üç katına çıkmış, Farfelu daha önceden tek garson çalıştırırken, şimdi onu baş garson yapıp altına dört yeni yetme daha almıştı. Kısacası bir anda işler büyümüştü. Gel zaman git zaman, Farfelu eski sadık müşterilerinin gelmediğini ya da seyrek uğradığını fark etti. Bunda tabi ki artan fiyatların etkisi büyüktü. Gelen müşteri profili değişmiş, lokantası halk tipi olmaktan çıkıp, arka cebi şişkin tüccarlarla hizmet eder olmuştu. Farfelu güler yüzü ve güvenilir kişiliği sayesinde önemli insanlarla dostluklar kurmuş, belki de hayal ettiği lokantasına kavuşmuştu.

İşler yolunda giderken yakın dostu Andreu'dan bir telefon alır: "Florina seni o Katalan bozuntusuyla aldatıyor". İnanmak istemese de bu cümle beynine kazınır. Sakin bir salı akşamı bar taburesinde Porto şarabını yudumlarken Francesc'in içeri girdiğini görür. Francesc cam kenarındaki masalardan birine oturur ve barın arkasında sangria hazırlayan Florina'ya ufak bir gülücük atar. Farfelu ise sevimsiz bir "Hoşgeldin" deyip kenara çekilir. Antrenin dibindeki dev bira fıçısının ardına geçip diğer müşterilerle ilgilenir, bir yandan da Francesc ve Florina'yı gözler. Francesc bir süre sonra bara geçer ve Florina'yla uzun uzun sohbet etmeye başlar. Konuşmanın bir bölümünde Francesc, Florina'nın ellerini sıkı sıkı tutmaya başlar. Açık açık birbirlerine kur yaptıklarını gören Farfelu birden sinir krizi geçirir.

Kıskançlık yedi ölümcül günahtan biridir. Bazen ise işleri tamamen batırma sebebi. Farfelu o olaydan sonra lokantayı toparlayamaz. O gün lokantayı birbirine katması müşterileri kaybetmesi anlamına gelmektedir. Ufak Madridiario sosyetesinde çabuk duyulan bu olay cebi dolu müşterileri yeni sosisçilere iter. Farfelu, Florina'dan ayrıldığı gibi, lokantaya da ayda sadece bir kez hesapları kontrol etmek için uğrar. Yıllardan beri uğraştığı o hesaplar üç ay sonra kendisine kısaca şunu söyler: "İflas ettin dostum". Yanında çalışan herkesin işine son verir. Artık kepenkler inmiştir. Kapıdaki "cerrada" yazısının arkasında barda tek buzlu viskisini yudumlarken şunu düşünür: "Her şey mükemmeldi, orası belki eskiydi, belki döküntüydü ama her köşesi anılarla kaplı cennete açılan sonsuz bir kapıydı"

Farfelu, ertesi gün lokantasını tekrar eski yerine taşımak için, Retiro Park'ın diğer yakasına geçer. Ancak bir zamanlar sosislerle harikalar yarattığı ufak lokantada şimdi Faslı bir göçmen halı satmaktadır. Faslıya dükkanını satın almak için astronomik bir miktar önerir ve hikayesini anlatır. Faslı'nın cevabı nettir: "Senin şimdiki durumuna düşmem için beni sevdiğim dükkanımdan kovmak mı istiyorsun? Haha. Hiç şansın yok ihtiyar". Dükkandan çıktığında "Lanet olası göçmenler eskiden bu kadar felsefe yapmazdı. Para için ailesini bile satardı bu piçler" diye düşünür. Sokağın sonunda geldiğinde duraklar, bir müddet gök yüzündeki bulutları izler ve kendi kendine "Goya'ya geçmeseydim belki daha fakir ama daha mutlu olacaktım. Hem belki sevdiklerim de benimle olurdu" diye düşünür.

***

Peki hikayemizin futbolla alakası ne? Özet şu: Galatasaray bu akşam ligdeki son Ali Sami Yen maçına çıkıyor. Bazılarımız Aslantepe'ye geçileceği için oldukça heyecanlı. Bazılarımızda tatlı bir hüzün var. Bazılarıysa "Sami Yen bırakılmaz ulan" diyor. Bana göre yeni stat demek her şey demek değil. Karşı mıyım? O da değil. Galatasaray, takım ruhunu ve endüstriyel futbola karşı az da olsa elinde bulundurduğu özelliklerini çoktan kaybetti bence. Bana göre mevcut durumda bu takımı temsil edecek ögelerin başında dev bir mimari değil, tarihi anıların sardığı, içimizi iyi hissedebileceğimiz bir ev gerekiyor. Tabi ki bu kadar romantik yaklaşmamda 1998-2003 yılları arasında (Olimpiyat Stadı'na geçene kadar) aralıksız her maça gitmemin sebebi büyüktür. Tabi ki her zaman en iyisini umuyorum Galatasaray için, ancak umarım sonumuz Señor Farfelu gibi olmaz..

30 Kasım 2010 Salı

Barcelona en son beş attığında...

Tarih 8 Ocak 1994'tü. Guardiola şimdi Sergio Busquets'in oynadığı yerdeydi. Sahada Romario diye bir adam vardı. Hat-trick yapmıştı. Çok güzel takımdı o Barcelona. En az şimdiki kadar güzeldi...

Romario 24'
Koeman 47'
Romario 56'
Romario 81'
Ivan Iglesias 86'

Xavi reyiz noktayı koydu


Xavi: "Casillas maçtan önce 'Barcelona moda. Moda da geçicidir' demişti. Modacılar biz olduktan sonra neyin geçici neyin kalıcı olduğuna biz karar veririz"

Barcelona beş, Real Madrid sıfır


İspanya'da El Clasico izlemenin tadında vardım bu gece. Sağlam bir anti-madridista olarak maçı madridistaların bolca bulunduğu, Santiago Bernabeu yakınlarındaki Avenidad Brasil'de izledim. Barcelona hala yer yüzündeki en iyi takımın kendileri olduğunu bir kez daha kanıtladı. Iniesta, Xavi ve Messi bir aradayken ve oyuna hükmettikleri zaman Barcelona'yı yenmek neredeyse imkansız. Maçın en keyif verici anıysa bana göre 60 ila 70. dakikalar arasında Barçalıların, Madrid'lilere topu kaptırmamasıydı. Maç sonunda İspanya'daki basın organları ve insanların söyledikleri şöyle:

Pep Guardiola: "Cryuff ile başlayan total futbol kültürünün 2010 yılındaki versiyonuyuz. Ne ilk ne de son halkayız. Barcelona sadece insanlara futbolu nasıl doğru bir şekilde oynanması gerektiğini gösteriyor. Takımımdaki her oyuncuya sonuna kadar teşekkür ederim [...] En iyiyi seçemem. Bu takımdan bir futbolcuyu seçip ön plana koymak diğerlerine haksızlık olur ve o zaman rakibimizden bir farkımız kalmaz"

Jose Mourinho: "Bazı insanlar; 'Barcelona alt yapıdan oyuncu yetiştiriyor ve kendi futbol kültürü var, Real Madrid ise sadece transfer yapıyor ve paraya endeksli bir sistemleri var, Real Madrid'in acilen değişmesi gerekiyor' diyor. Bugün sahada sadece iyi oynayan bir takım ve kötü oynayan bir takım vardı. İyi takım, kötü takımı yendi. Bu da normal olandı. Konuyu başka yerlere çekmek mantıksız. Hayat devam ediyor"

Julio Maldonado (Gol TV yorumcusu ve AS gazetesi yazarı): "Barcelona, Real Madrid'den daha üstün bir takım. Çünkü Real Madrid takım değil. Kendi kendine hareket eden bir Ronaldo, topa 23 dakika dokunamayan bir Benzema ve bir metre yanına yaklaşan herkese yumruk atan bir Sergio Ramos'la takım olamazsınız. Mourinho'nun yıldızdan ziyade egosu düşük takım oyuncularına ihtiyacı var"

Marca: "Gol yağmuru! Barcelona'da Madrid'in ve Mourinho'nun utanç gecesi" (Altta Ramos'un Puyol'a yumruk atarkenki resmi var)

AS: "Onlar ders verdi, peki siz aldınız mı?" (Altta Real Madrid'in bütün futbolcuları başları önde soyunma odasına gidiyor)

Sport: (Kapakta sadece beş işareti yapan bir el var)

El Mundo Deportivo: "Siz gerçek olamazsınız!" (Altta Messi, Iniesta, Xavi ve David Villa'nın gol sevinci var)

Superdeportivo: "Arkanı kolla Emery, bu adam hocalara vuruyor" (Altta Ronaldo'nun resmi var, haftaya Real Madrid-Valencia maçı var ve gazete Valencia'nın hocası Unai Emery'yi uyarıyor)

26 Kasım 2010 Cuma

Topal'ı inceliyoruz

Superdeporte gazetesi Mehmet Topal'ın Valencia'ya transferi öncesinde taraftara yeni ön liberolarını tanıtıyor. Tabi ki iki buçuk ay öncenin haberi ama yeni gördüm ve çok hoşuma gitti. Enine boyuna Mehmet Topal işte. Biraz da alttaki fotoğrafı yüklemek için bahanem oldu tabi. Valencia-Bursa maçındaydım. Oradan bir kare.

23 Kasım 2010 Salı

Rezaletin daniskası: GS Bonus Card

Fenerbahçe'nin taraftar kartıyla alakası olmayan, tamamen ticarete yönelik, bir kulübün "ne kadar harcarsan takımını o kadar çok seviyorsun" mantığıyla taraftarına yaklaştığı durumdur GS Bonus Card. 

Kapitalist sistemin sömürülmedik alan bırakmaması sonucu Galatasaray'ın Real Madrid'leşme yolunda attığı en önemli adımlardan biri. Son derece rezalet bir müşteri kazanma politikasıyla Garanti Bankası ve Deniz Bank'ın da gözümden düşmesine yol açmıştır. Erken bilet alımları da bu karta sahip olup olmamaya bağlı olduğu için almaya elimiz mahkum hale getirilmiş bulunuyoruz. Garanti Bankası'nın müşteri hizmetlerinde çalışan Murat Bey'e (bana ondan alevli meyve tabağı söyleyin) sadece maç biletlerini erken alabilmek için bu karta sahip olmak istediğimi söylüyorum, o ise bana "limitiniz ne kadar olsun?" diye soruyor. İşte Türkiye'de taraftar olmak böyle bir şey. Siz takımını seven bir vatandaşsınız ama onlar "bu heriften ne kadar koparabiliriz acep" diye olaya yaklaşıyor. Ayrıca erken bilet alımı konusunda da ödemeyi eğer o kartla yaparsanız bu kolaylık size sağlanıyor. Aksi taktirde bilete sahip olamıyorsunuz. Maalesef Fenerbahçe bu konuda da Galatasaray'ı sollamış durumda (Diğer iki konu store ve stad). Çıkart direkt kulübe bağlı bir taraftar kart gidelim alalım kardeşim, neden takımımızı sevme derecemizi kredi kartı limitimize göre ölçüyorsun ki?

15 Kasım 2010 Pazartesi

Çalış evladım

Senin yokluğunda önemini daha iyi anladım. Ha burada olsan her şey daha mı farklı olurdu? Bilemeyiz. Kal orada. Dönme buralara. Çünkü buralarda her şey bildiğin gibi.. Çok çalış. Dönme.

Boca-River el ele hep beraber ikinci lige..


Fotoğraflar hafta sonundan. Boca Juniors ve River Plate için işler iyi gitmiyor. İki "10 numara", Ariel Ortega ve Juan Roman Riquelme hallerinden memnun değiller. Ligde biri 12. diğeri 15. sırada. Sergen Yalçın'ın tabiriyle "sıkıntı var".

Mesut Özil ve Real Madrid'in Almanları


İspanya'da yayımlanan Futbolista Life dergisi bu ay geniş bir Mesut Özil dosyası yapmış. Okuduğum en güzel yazılardan biri. Mesut'la, ailesiyle, takım arkadaşlarıyla, menajeriyle, yeni ve eski hocalarıyla konuşmuşlar. Yazıda Mesut Özil'in Jose Mourinho'nun sisteminde Cristiano Ronaldo'dan daha önemli bir rol üstlendiği ve takımın gerçek beyni olduğundan bahsediliyor. Mesut'a "Zinedine Zidane gibi mi yoksa Julio Baptista gibi mi olacaksın?" diye sormuşlar. Cevap olarak "Mesut Özil gibi olacağım" diyor. Dünyanın en önemli kulüplerin birinde bu öz güven her zaman önemlidir. Kendine güveniyor olması burnunun havada olduğunun bir göstergesi değil. Alçak gönüllü bir şekilde, "Geldiğim yeri unutmuyorum, yapabileceklerimin farkındayım ama daha çok çalışmam gerekiyor" diyor. Yazıyı Sami Khedira'yla olan fotoğrafıyla bitirmişler. "Yeni" Almanya'nın en iyi iki oyuncusunun Real Madrid'de olduğundan bahsediliyor.

"Yeni Almanya" demişken aklıma Real Madrid'in diğer Almanları geldi. Kulüp Bavyera kültürüne pek de yabancı değil. Real Madrid, 1975 ve 1976'da üst üste iki sezon La Liga'yı kazandığında orta sahada o zamanların Schweinsteiger'i olan ve aslında bir Mönchengladbach efsanesi olan Günter Netzer vardı. Ancak Madridista'lar için en büyük Alman efsane kuşkusuz Uli Stielike'dir. Zamanının en iyi liberolarından biri olan Stielike uzaktan çektiği şutlarla hala Madrid'in kuzey yakasında hikayelere konu olur. Beşiktaş'ı çalıştıran Bernd Schuster de yine iki defa Real Madrid formasıyla şampiyonluk yaşayan bir başka Alman. Üstelik onu diğerlerinden ayıran bir başka özellik de bu sevinci teknik direktör olarak da yaşamış olmasıdır. Kurtarışları sırasında havada asılı kalan ve "anti-yer çekimi" lakabı alan kaleci Bodo Illgner de, Real'le iki şampiyonluk yaşamış olmasına rağmen ikincisinde kaleyi genç Iker Casillas'a terk etmiş ve sezonun büyük bölümünü kulübeden takip etmişti. Real Madrid'de oynayan ve bir türlü ilk 11'de düzenli olarak forma şansı bulamayan tek Alman ise Christoph Metzelder.

Kulübün Alman futbolcularla olan geçmişine bakınca Mesut ve Khedira'nın başarılı olmaması için bir sebep yok. Üstelik daha da büyük birer efsane olmaları için ellerinde önemli bir koz var: Jose Mourinho.

5 Kasım 2010 Cuma

İçimizdeki İrlandalı

"Henüz 28 yaşındayım ancak futboldan bıkmış durumdayım. İnsanların her hafta 90 dakika boyunca uyuşmasını sağlayan lanet bir reality show'un içerisinde olmak istemiyorum. İçimde eski tutku yok. Sezon sonu futbolu bırakıp dedemin Tipperary'deki patates tarlasıyla ilgilenmek istiyorum" - Liam Lawrence

4 Kasım 2010 Perşembe

Premier League'de dergi tirajları


Konumuz endüstriyel futbol. Rekabet her alanda mevcut. İngiltere'de çıkan haftalık Match dergisi Premier League ekiplerinin, aylık resmi dergilerinin tirajlarını sıralamış. Tirajlar 2010 yılını içeriyor ve Kasım ayı sayıları ortalamaya dahil edilmemiş. Manchester United zirvede yer alıyor. Chelsea ve Fulham beklemediğimden çok daha aşağıdalar. Sunderland ise şaşırttı. Blackpool ise, resmi dergisinin iki ayda bir çıkması yüzünden listede yer almıyor.

Manchester United - 75.678
Arsenal - 71.512
Liverpool - 70.008
Newcastle United - 69.945
Sunderland - 67.678
Everton - 67.435
Manchester City - 65.414
Tottenham - 56.415
Aston Villa - 55.978
Chelsea - 52.671
Blackburn - 47.312
Bolton - 45.818
West Ham - 45.013
Wolverhampton - 32.831
Birmingham City - 30.316
Stoke City - 29.856
Wigan - 28.919
Fulham - 28.671
West Brom - 28.313

Bloody Sunday

LIVERPOOL
CHELSEA
İzlemeyen ne olsun?

TOP 5: İnternette takılanlar

Cam var mı?

Fabregas & Piqué & Puyol

Ümit Karan

Lionel Messi

Ronaldinho

Ivan Pillud

Ajan mısın Alex?


Halihazırda Fenerbahçe kadrosunda bulunan en saygı değer adamdır Alex de Souza. Galatasaraylı mısın? Beşiktaşlı mısın? Bir kenara bırak. Büyük futbolcu Alex. Yalnız son dönemlerde sürekli Fenerbahçe'nin efsane isimleriyle bir araya geliyor. Alttan alttan kulübü ele geçirmeye çalıştığından şüpheleniyorum. Yakında İslam Çupi'nin mezarına gidip çelenk bırakırsa tam olacak. Bu arada yukarıda Lefter'le olan resimde, Lefter'in formasını giymiş. Fenerbahçe'nin kanımca en güzel formasıdır. Formanın üstündeki çubukları neden kalınlaştırırlar anlamam. İnce çubuklar her zaman favorim. Rıdvan'la olan fotoğrafta da, neden Rıdvan Dilmen "alamancı genç" gibi Alex'in yanına sokulmuş anlamadım. Bırak o sana sokulsun. Şeytan olan sensin.

Sahaya ruh indi


Bir an düşündüm de; kulübede değil de sahada olsalar. Genç hallerine de gerek yok. Şu halleriyle sahada olsalar. En azından 15 dakika izleyebilsek.. Ne güzel olurdu. Çok güzel olurdu...

2 Kasım 2010 Salı

Brezilya'dan amcan geldi yavrum...

Öp ustanın elini.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Bayern Münih vs Yeni Zelanda


Haka stayla.

TOP 5: Türkiye'nin önünü kesen maçlar



30 Nisan 1997 Türkiye - Belçika 1-3


Unutulmaz bir maç. Fransa'da düzenlenecek 1998 Dünya Kupası'na katılma maçı. Brüksel'de ilk maçı haspelkader kazanan Belçika'yı Ali Sami Yen'de ağırlamıştık. Alınacak galibiyet bizi grup ikincisi yapacaktı. Maçtan önce herkes galibiyetten emindi. Hatta Mustafa Denizli maçtan önce, "Takımımın kazanacağından eminim, federasyon yetkilileri Fransa'dan otel baksınlar" gibi iddialı bir açıklamada bulunmuştu. Ancak hesaba katılmayan biri vardı: Luis Oliveira. Belçikalı yıldız o gece Mecidiyeköy'de hat-trick yaparak bir Dünya Kupası heyecanımızı daha kursağımızda bıraktı. Bu maçtan akıllarda kalan diğer iki not ise maçın önüne geçmiştir. Birincisi Oktay Derelioğlu'nun orta sahadan aldığı topla herkesi çalımlayarak attığı gol. İkincisi ise maçı anlatan İlker Yasin'in üçüncü Belçika golünün ardından, "Evet sayın seyirciler elin zencisi, elin arabı hat-trick yapıyor bizim Hakan'ımız bizim Oktay'ımız uyuyor, olacak iş değil" demesidir.


19 Kasım 2003 Türkiye - Letonya 2-2


2004 Avrupa Şampiyonası'na katılma play-off ikinci maçı... Dünya üçüncüsü ünvanıyla çıktığımız maçta rakibimiz o zamanlar FIFA'nın listesinde 56. sırada olan Letonya'ydı. Türkiye ilk maçta Riga'da 1-0 kaybetmiş olmasına rağmen 70 milyon turun geçileceğinden emindi. Turdan önce muhtemel rakipler arasında kağıt üzerinde en kolay ülke olan Letonya, Portekiz biletini 30 bin kişinin önünde kaptı ve kaçtı. Maçtan akıllarda kalan notlardan biri de stadyumdaki anonsçunun İnönü tribünlerindeki seyircilerin maçın sonlarına doğru tezahürat yapmaması üzerine, "Sayın Türkler bağıralım, lütfen bağıralım, ne olursun bağıralım yuaha böhü ühü" şeklinde isyan etmesidir. Ayrıca kura çekimi öncesinde "Çek Bi Letonya!" başlığı atan Fanatik gazetesi Milli Maçlar öncesinde atılan talihsiz manşetlere iyi bir örnek vermiştir.

16 Kasım 2005 Türkiye - İsviçre 4-2

Türkiye'nin kazanmasına rağmen işine yaramayan maçtır. Almanya'da 2006 senesinde düzenlenecek Dünya Kupası öncesinde baraj maçı. İlk maçı Basel'de 2-0 kaybeden Türkiye, Kadıköy'de İsviçre'yi ağırlıyor. Aslında son derece başarılı bir maç çıkaran Türkiye "deplasmanda gol atan avantajlıdır" kuralına takılıyor. Maçtan sonra çıkan kavgalar akıllara daha çok kazınıyor. Emre Aşık'ın tokatı, Mehmet Özdilek'in uçan tekmesi ve Fatih Terim'in eliyle "kırın bacaklarını" işareti Türkiye'ye beş maç seyircisiz oynama cezası olarak geri dönüyor...

28 Mart 2009 İspanya - Türkiye 1-0


Santiago Bernabeu'da oynanan ve Gerard Piqué'nin attığı tek golle biten maçtır. Dünya Kupası öncesinde oynanan eleme grubunda birincilik için çekiştiğimiz (evet o zamanlar birincilik için çekişiyorduk) İspanya'yla kader maçımıza çıkıyorduk. Maçtan aklıma gelen tek enstantane Sergio Ramos'un İbrahim Üzülmez'i aynı pozisyon içerisinde üst üste üç kere çalımlamasıdır. Ayrıca maçtan önce "Biz zoru severiz" diyen Fatih Terim maçtan sonra, "Grup ikinciliği de kötü bir sonuç değildir" demiş, onun kapağını da 9 Eylül'de Bosna'da almıştır.

9 Eylül 2009 Bosna Hersek - Türkiye 1-1


İspanya mağlubiyetinin ardından grup ikinciliği için çekiştiğimiz Bosna Hersek'le ölüm kalım maçı. Mutlak üç puan gereken maçta son derece kötü bir oyun sergileyerek ayrılmıştık. Dünya Kupası baraj grubunda bu maçın ardından üçüncü sırada kalarak Afrika'ya gidemememiz garantilenmişti. Bu maçla birlikte Fatih Terim de Milli Takım'daki görevine son vermiştir. Ayrıca Bosna'nın frikik golüne imza atan Salihoviç'e ertesi gün mecliste onur madalyası verilmiştir.

"Çektik de noldu amk?"

Iniesta, Nankatsu'da


Daha önceden belirttim, bu adamın karizması kolay kolay sarsılmaz. Bu fotoğraf da tabi ki Iniesta'nın karizmasını bitirmez ama soruyorum: "O arkadaki perde nedir hocam?" İki ihtimal var: Ya Iniesta'nın Manifaturacılar Çarşısı'nda kankası var, ya da Iniesta babaannesiyle yaşıyor. Bu arada üstünde de Nankatsu eşofmanı var. Nankatsu bildiğiniz gibi Tsubasa'nın takımının adı. Yalnız sorun şu ki, Iniesta, Nankatsu'da kadroya zor girer. Tsubasa'lı, Misagi'li, Kisugi'li Nankatsu'da formayı kapmak kolay değildir. Nankatsu'da forma aslanın ağzında, çok çalışması lazım...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Buyur bir de buradan yak..

Fotoğraflar hakkında söyleyecek bir söz bulamıyorum. Yıl 1999. Barcelona'nın altyapısında her zaman işler farklı yürüyor. Xavi'nin büyük adam olacağı o zamanlar Puyol'un sırtına binmesinden belliymiş. Tek söyleyeceğim: Ünlü olmadan önce çektirdiğin fotoğraflara dikkat edeceksin arkadaş...

Kadıköy'den puan almanın dayanılamaz hafifliği..


Bir takım düşünün ki derbi maçından önce teknik direktörüyle yollarını ayırmış, en iyi üç futbolcusu sakat, taraftarı ikiye bölünmüş, bir önceki maçta kalecisi kırmızı kart görmüş, son iki haftadır kaybediyor, maçtan iki gün önce yeni hocasıyla anlaşmış, 11 senedir rakibini deplasmanda yenemiyor vs. vs. vs. Özet, takımda kaos hüküm sürüyor...

Maçtan önce kadrolar açıklandığında forvette Pino'yu gören birçok Galatasaraylı çoktan maçı kafasında bitirmişti, aynı adamların maçtan sonra Facebook'ta "Become a fan of Juan Pablo Pino" butonuna basmasını da açıkçası beklemiyorduk. Hani "Galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır" diyoruz ya. Bu da o tip durumlardan biriydi. 2005 ve 2008'de kazanılan mucize şampiyonluklarda olduğu gibi Galatasaray bir şekilde yeniden küllerinden doğdu. Kenny Dalglish ustanın sevdiğim lafıdır: "Kazanırsınız ya da kaybedersiniz. Önemli değil. Bir maç hiçbir zaman çözüm değildir ancak her zaman iyi bir başlangıç olabilir". Haksız da sayılmaz. Galatasaray da bugün berabere kaldı. Hakikat, Fenerbahçeliler'in zannettiğinden çok farklı. Ben bugün beraberliğe değil. Bu beraberliğin bir veya iki sezon sonra gelebilecek şampiyonluğun temeli olduğunun farkındayım ve buna seviniyorum. Bu maç yere düşüp kırılan, içi suyla dolu bir sürahinin üzerine atılmış sünger gibi oldu. "Her geçen gün büyüyen kaos ortamı bu maçla beraber Galatasaray'da ibreleri tamamen tersine çevirdi" demiyorum. Ancak yayılan virüsü en azından durdurmaya yetti. Şimdi iyileşme süreci için de Hagi ve Tugay'ın önünde uzun bir süre var...

Bu maç veya sezon sonunda gelebilecek muhtemel bir şampiyonluk benim Frank Rijkaard'ı unutmamı sağlayamaz. Hagi ve Tugay'a güvenim tam. Ancak Rijkaard'ı pis bir biçimde takımdan kovan Galatasaray yönetimi hala sinirimi bozmakta. Geçen hafta Sestak'a karşı yerlerde sürünen Servet'in bu hafta Niang'a adım attırmamasını kabul etmem, edemem. Bazıları maç esnasında Twitter'da "Servet kötü oynuyor", "Sevet batırdı takımı" gibi yorumlarda bulunmuş. Farkında mısınız bilmiyorum ama Servet bu sezon başından beri Milli Maçlar haricinde en iyi maçını çıkardı. Maçtan sonra Hakan Balta'nın "Bazılarımız Rijkaard'a güvenmiyordu" açıklaması da aklımda. Böyle rezil adamlarla gelebilecek bir şampiyonluğa Galatasaray'ın küme düşmesini tercih ederim. Unutmayın Frank Rijkaard'ın altını kazanlar, işlerine gelmeyince Gheorghe Hagi'nin de altını kazacaklar.

21 Ekim 2010 Perşembe

Rabbim yardım et, nötr duygular içerisindeyim...

Evine hoşgeldin Hagi.


Mutluyum, çünkü Galatasaray, benim Galatasaraylılığımın fani dünyadaki yansıması olan Gheorghe Hagi'yle anlaştı.
Mutsuzum, çünkü Galatasaray, son derece pis bir biçimde en sevdiğim hoca Frank Rijkaard'ı yolladı.
Mutluyum, Tugay Kerimoğlu gibi bir efsanenin kulübede bulunacak olmasına.
Mutsuzum, Johan Neeskens gibi bir futbol ansiklopedisinin kulübeden gönderilmiş olmasına.
Mutluyum, en sonunda kadrodaki herkesten maksimum verim alınacağı için.
Mutsuzum, Rijkaard'ı sabote eden futbolcuların yaptıkları yanlarına kâr kaldığı için.
Mutluyum, yönetim en sonunda kararsızlıktan çıkıp bir karar aldığı için.
Mutsuzum, yönetim Hagi'yi önceden planlayarak değil, sırf taraftarın önünde sempatik olmak için getirdiği için.
Mutluyum, sadece iyi bir futbolcu değil aynı zamanda iyi bir teknik direktör olduğuna inandığım birisiyle anlaşıldığı için.
Mutsuzum, Skibbe, Gerets, Bülent Korkmaz ve Rijkaard'a yapılanların aynısının Hagi'ye de yapılacağından emin olduğum için.


İşte böyle bir ruh hali içerisindeyim. Frank Rijkaard'a yapılanlardan ötürü kafam çok bozuk. Aslında olmaması gerekir. Bu ülkenin vatandaşı olan herkesin buna çoktan alışmış olması gerekir. Biz ne de olsa -miş gibi gözüken, aslında olmamış bir ülkeyiz. Kendisine güvenenlere ihanet edenlerin, 70 milyon kişinin önünde verdiği sözü iki hafta sonra unutanların, uzun süreli başarılar için sabretmek gerektiğini bilmeyenlerin, skor tabelasına göre işçisinin görevini sonlandıran ya da uzatanların ülkesi burası. Bunlar çok normal. Hagi geldi diye seviniyorum ya; bazen düşünüyorum "sevinmesem mi" diye. Kim bilir ona neler yapacağız? Kim bilir koskoca Galatasaray efsanesi, hatta Galatasaray tarihi olan Hagi şimdi ne hale düşecek? İşte bu durumdan nefret ediyorum. Frank Rijkaard'ı bir lokantanın arka kapısından çöp kutusuna atar gibi yollayanlar, aklınızda olsun, biz unutmayız...


Seni asla unutmam.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Robinho yuhalanırken...


Geçen hafta yazmıştım FOX TV'nin İtalya Ligi'ni nasıl yayınladığını (daha doğrusu yayınlayamadığını). Bu hafta da söylediklerimin aynısı Star TV için geçerli. Şampiyonlar Ligi'ni yayınlama hakkı elinizde sizin. Dünyanın en önemli ligi bu. Lig TV haftasonlarında 9 maç birden yayınlıyor. Hadi tamam siz futbol kanalı değilsiniz. Spor kanalı hiç değilsiniz. Fakat dünyanın en önemli spor olaylarından birinin yayın hakları sizde. Üstelik bu ligde sıradan bir maç oynanmıyor. Bu kupayı en çok kazanan iki takım karşı karşıya. Real Madrid sahasında AC Milan'ı ağırlıyor. Peki o sırada Star TV'de ne var? Papatyam dizisi. Ben maçtaydım. Futbol delisi iki arkadaşım internetten mesaj atmışlar "Maç ne durumda?" ve "Nasıl gidiyor?" diye. "İzlemediniz mi?" diye sordum ben de haliyle. Her ikisi de "İzleyemedik" dediler. Robinho 80 bin kişi tarafından yuhalanırken, Papatyam dizisi var ekranda. Geçen sene de Prison Break'i göstermişlerdi çeyrek final maçında. Madem rating alacak maçları yayınlamıyorsunuz, benden size öneri, bu sene Şampiyonlar Ligi Finali esnasında Beşinci Boyut dizisini yayınlayın. En azından ibretlik paylaşım olur.

15 Ekim 2010 Cuma

O

O, orada belirdiği zaman, yüzümde güller açar...

Kariyerini tek kulübe adayanlar TOP 10

  • Tony Adams / Arsenal / 1983-2002 arası 19 sezon 
  • Jean-Luc Ettori / Monaco / 1977-1994 arası 17 sezon 
  • Franco Baresi / AC Milan / 1977-1997 arası 20 sezon 
  • Müjdat Yetkiner / F.Bahçe / 1980-1995 arası 15 sezon 
  • Rıza Çalımbay / Beşiktaş / 1980-1996 arası 16 sezon 
  • Joao Pinto / Porto / 1981-1997 arası 16 sezon 
  • Paolo Maldini / AC Milan / 1984-2009 arası 25 sezon 
  • Bülent Korkmaz / G.Saray / 1987-2005 arası 18 sezon 
  • Ryan Giggs / Man. United / 1990-Aktif 
  • Francesco Totti / AS Roma / 1992-Aktif

12 Ekim 2010 Salı

Milli maçtan dönmek...

"Sabri ne yapıyordur lan tam şu an?!?"

O sırada Sabri:


9 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Türk, Türkiye'ye bedel...

Seviyoruz seni Zonguldaklı.

7 Ekim 2010 Perşembe

Reyes haklı beyler...



"Bu sezon UEFA Avrupa Ligi'nde başarısız sonuçlar almamız tamamen UEFA'nın suçu. Motive olmakta zorluk çekiyoruz. Ters yöne doğru akan bir dereyi kanoyla geçtiğinizi düşünün, derenin sonunda birisi çıkıp size, 'Hadi baştan başlıyorsun' diyor. Zaten yapmışsınız, bir daha neden yapasınız ki? UEFA Avrupa Ligi'ni kazanan takımın kendi ligini kaçıncı bitirirse bitirsin, bir sonraki sezona Şampiyonlar Ligi'nden devam etmesi lazım. Öbür türlü bu kupada oynamanın da, bu kupayı seyretmenin de bir manası yok"

6 Ekim 2010 Çarşamba

Pembelim


Haziran'da formayı beğenmediğimi söylemiştim. Liverpool forumlarından birinde captainSG4eva nickli bir arkadaş şöyle bir yorumda bulunmuş: "Her şey bok gibi gidiyor, takım kötü, Roy taktiği oturtamadı, oyuncular uyumsuz. Böyle anlarımda tek neşe kaynağım Everton'ın deplasman forması"


Bütün bu olanlardan sen sorumlusun endüstriyel futbol.

Ronaldinho da Ezel'e geçsin...


Ben hayatımda böyle rezalet az gördüm. Sezon başında Serie A'nın yayın haklarını alan FOX TV normal şartlarda 21.45'te başlayan Parma-Milan maçını sabaha karşı 02.25'te banttan yayınladı. Maçın normal saatine ekran başına geçen herkes de benim gibi "Ömre Bedel" dizisiyle baş başa kaldı. Şimdi üç ihtimal var. Birincisi: FOX TV, İtalya Ligi'nin önemini ve futbolseverler tarafından ne kadar takip edilen bir lig olduğunu bilmiyor. İkincisi: FOX TV maçları sezon başında alırken sözleşmeye Grönland'daki prime time'a göre yayınlama koşulu koydurdu. Üçüncüsü (en muhtemel): FOX TV bizimle afedersiniz taşak geçiyor. Hayır bir de reklamlarda çıkıp "maçı 21.45'te yayınlayacağız" dedikleri için biz de ne yapacağımızı bilemiyoruz. Ömre Bedel'de sürekli Andrea Pirlo veya Robinho bir yerlerden çıkacak diye bekledim. Hayır arkadaşım; benim merak ettiğim şey şu: Madem yayınlamayacaksınız, neden aldınız bu ligin yayın haklarını?

Son pişmanlık



"Bireysel anlamda dünya üzerindeki en formda forvet oyuncusu olduğumu düşünüyorum. Ancak hala ilk sıralara Drogba, Rooney, Torres, Tevez veya Pato yazılıyor. Bu tamamen oynadığım takımla ilgili. Manchester'dayken daha fazla çalışarak daha iyisini yapabilirdim. Efsaneler kulübüne giremeyecek olmamın tek sebebi yine benim" - Diego Forlan (El Mundo Deportivo'dan)

Flashback

Ryan Giggs - 2010


"Joe Dudgeon ilk maçına çıkarken aklıma 1987 yazı geldi. Alex Ferguson sırtıma vurup, 'Bitir şu işi evlat' demişti. Şimdi 2010 senesindeyiz. Alex yine orada ve aynısını Joe için yapıyor. Bense 36 yaşındayım. Bu inanılmaz bir olay"


Ryan Giggs - 1987

Beyler açmayın THY!


Türk Hava Yolları bilindiği üzere bir senedir Barcelona ve Manchester United'ı uçuruyor. La Liga ve Premier League'e de sponsor oldular. Yaptıkları bu PR gerek Türkiye'nin yurt dışında tanınması için gerekse de kendi şirketlerinin imajı için doğru bir adım. Yalnız etraftan duyduğum şikayetlerin üzerine İstanbul-Madrid seferinde başıma gelenler de eklenince bu satırları yazma ihtiyacı duydum. Hemen hemen her uçuşu rötarlı olan THY, iki saat rötar yapması yetmiyormuş gibi yolcuları tam bir saat uçağın içerisinde bekletti. Onlara sorunca da, Atatürk Havalimanı'nın hava trafiğinin yoğun olduğunu söyleyip topu havalimanı yetkililerine atıyorlar. Peki güzel kardeşim siz o havalimanını en yoğun kullanan hava yolu şirketi olarak havalimanı işletmesiyle bu çileye bir son veremiyor musunuz? Olay sadece Iniesta'yı ve Giggs'i uçurmak ise boşuna halka hizmet vermeyin. Sadece topçu taşıyın. Yaptığınız atılımların çoğunu desteklemek isterken bizlere bu çileyi çektirerek bir anda eksiye düşüyorsunuz. Son olarak benden size gelsin: We are Turkish passengers, we are unfortunately yours, we are Turkish passengers... Ben de Xavi gibi uçmak istiyorum :(