24 Mart 2011 Perşembe

Dil bilmek ya da bilmemek...


Ben bir dil eksperi değilim. Herhangi bir dili kusursuz konuştuğumu da hiçbir zaman iddia etmedim. Ana dilim olan Türkçe'yi bile çoğu zaman doğru düzgün konuşamıyorum. Hatta itiraf etmek gerekirse, Deyimler ve Ata Sözleri sözlüğü olmadan ve Türk Dil Kurumu'nun internet sitesine bakmadan gazeteye haber geçemiyorum. Her zaman yazdığım her kelimeyi kontrol etme ihtiyacı duyuyorum. Dili bilmediğimden mi? Kendime güvenmediğimden mi? Kelime dağarcığımın yetersizliğinden dolayı mı? Ben bunu neden yapıyorum?

Türkiye'deki spor medyasının bir kolu haliyle yurt dışına bağlı durumda. Bilgi üretme yetersizliği yüzünden, çoğu zaman yurt dışındaki kaynaklara başvurup, yabancı basının elindeki haberleri çevirerek, haberi kendimiz yapmış gibi lanse ediyoruz. Özellikle son zamanlarda İspanya'da yer alan bazı haberlerle ilgili Türkiye'de aşırı derecede dezenformasyon yapılıyor. Her zaman söylediğim bir şeydir: "Google Translate icat oldu tercümanlık bozuldu". Sosyal paylaşım siteleri ya da bloglar gibi serbest bilgi akışının sağlandığı ortamlarda kimse kimsenin ne yazdığını irdelemek zorunda değil. Hatta kimse doğru bilgi vermek zorunda da değil. Ben Twitter'a "Yozgatspor Messi'yi almış" yazarsam ve sen de buna inanırsan ben sana hesap vermek zorunda da değilim. Ancak ülkenin en önemli spor yayın organının internet sitesi düzenli olarak İspanyol gazetelerinden Google Translate aracılığıyla bilgi çevirip yayınlıyorsa, bunu sorgulamak ve eleştirmek de en doğal hakkımız.

En başta dediğim gibi ben kendimi bir dil uzmanı ya da mütercim tercüman olarak görmüyorum. Ancak beş sene Fransızca, beş sene İngilizce eğitim almış biri ve de İspanya'da yaşayan biri olarak, diller hakkında en azından bir fikrim var. Türkiye'de çok satan bir gazetede bir haber çıkıyor. Başlık şu: "Nenê, Fenerbahçe'yi istiyor". Bir gün öncesinde L'Equipe gazetesinde buna benzer bir haber gördüğümü hatırlıyorum. İki haberi karşılaştırıyorum, içerikler neredeyse aynı, ancak bizim gazete haberin sonuna Nenê'nin konuşmasına ait olduğunu iddia ettiği birkaç cümle daha eklemiş. L'Equipe'deki başlık ise "Fenerbahçe peut venir pour Nenê", yani "Fenerbahçe, Nenê için gelebilir". Anlaşılan o ki Google Translate, Fransızca'daki pouvoir (olabilmek) ve vouloir (istemek) fiillerini yanlış çevirmiş ve özne olan Fenerbahçe'yi sona atıp cümle sonundaki Nenê'yi başa almış. Bununla da bitmiyor. Gazetenin üst manşetinde İspanyol Marca gazetesinin Atletico Madrid'in Arda Turan ve Eden Hazard'ı kesin olarak transfer ettiğini duyurduğu yazılmış. Merakla Marca'yı açıyorum. Haber sadece Atletico Madrid'in sezon sonunda yaratıcı bir orta saha oyuncusu almayı planladığı ve ilk seçeneklerin Arda Turan ile Eden Hazard olabileceği yönünde.

Bu iki haberi aynı günde basma cesareti gösteren gazetenin spor servisinde bir arkadaşım var. Ona yazıyorum, "Bu haberleri kim yazıyor?" diye. Bana bir isim veriyor. Gazetede müdür yardımcısı konumunda olan biri. Daha sonra "Hangi dilleri biliyor?" diye soruyorum. Cevap: "Sadece biraz İngilizce biliyor". "Peki bu haberleri nasıl çevirdi?", "Google Translate'ten bakıyor sanırım".

Bunu duyduktan sonra zaten konuşma benim için bitti. Adam demek sadece biraz İngilizce değil, 58 tane dil biliyor. Yeri geldi mi Tayland basınından da haber çevirir, Arap basınından da, Singapur basınından da... Kendi mantığına göre bu adam büyük gazeteci. Büyük iş başardı. Aslında onun da suçu yok. O adam müdür yardımcısı düzeyine gelene kadar, kariyerinin her evresinde aynısını yaparak oraya gelmiş. Demek ki üstleri her zaman onun bu üçkağıtçılığını takdir etmiş. Bu tip televizyona çıkan, gazetede köşe yazısı yazan ve halkın cehaletinden faydalanarak entelektüel terörizm yapan bir sürü gazeteci var. Hepsi kendi bildiği gibi hareket etmeye devam etsin, egolarını göklere çıkarsınlar. Ancak gün gelip o dev egolarının üstünden kayarak yere çakılınca kimse onları büyük gazeteci olarak hatırlamayacak.

Hiçbir insan hiçbir dili kusursuz konuşamaz. Ancak bilmediğin bir dili biliyormuş gibi yapmak sadece abesle iştigal etmektir.