5 Eylül 2009 Cumartesi
Dwight Yorke
İngiliz futbolunu ilk sevmeye başladığım zamanları hatırlıyorum. Babamın İngiltere'den getirdiği Umbro marka, önünde SHARP reklamı olan, arkasında Beckham - 7 yazan Manchester United formasını giymeye başladığım günden beri Manchester United'ı ve İngiliz futbolunu takip etmeye başlamıştım. Sene 94 veya 95'ti. O kadronun forveti ise Andrew Cole ve Dwight Yorke'tan oluşuyordu. Norveçli Ole Gunnar Solskjaer de arkalarında yedek beklerdi. 98'de o kadro -kült- maçlar arasına giren bir finalle Bayern Münih'i yenip Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. Derken Yorke sessiz sedasız Blackburn'e geçti. Artık Ruud zamanıydı Kırmızı Şeytanlar için. Blackburn'de formundan bir şey kaybetmediğini, sadece Nistelrooy gibi bir yıldıza denk geldiği için şanssız olduğunu ispatladı. Sakatlandı. Birmingham'a geçti. Tam "Unuttuk" dedik. "Bu kadar kolay değil" dedi. 2006 dünya kupasına renk katan takımlardan Trinidad&Tobago'nun kaptanı olarak sahadaydı. Bir daha sevdik onu. Avusturalya Ligi'ne gitti. Gözden ırak topraklarda kayboldu. Sunderland'e geldiğini bile anlamadık.. Bugün futbolu bıraktı.. 37 yaşında. Her zaman bize uzaktı. Uzak olmasına rağmen Cole'la beraber oluşturduğu ikiliyi çok sevdik.. Uzak olması bugüne kadar hiç problem olmamıştı. Nerede olduğunu bilmesekte bir yerlerde "var" olduğunu hissediyorduk. Futbolcuların en büyük düşmanı "zaman" onu da vurdu.. Yolun açık olsun Tobagolu..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder