19 Ağustos 2010 Perşembe

Vicente Calderon'dan bildiriyoruz...


"Hayat seni nereye sürüklerse sürüklesin içindeki futbol aşkı bir şekikilde ortaya çıkıyor. Üç gün öncesine kadar bu oyundan bıktığımı, oynamayı geçtim bu oyun hakkında konuşmayı bile bıraktığımı söylüyordum. Tatil için gittiğim Mallorca'da kumsalda güneşlenip, emeklilik planlarımı gözden geçirirken kucağıma yamalı bir top düştü. Otuz metre kadar ileride yaşları 12 ila 15 arasında değişen bir grup genç maç yapıyordu ve topları kaçmıştı. Topu sektire sektire onlara kadar ilerledim ve delicesine üç saat boyunca, çat güneşin altında futbol oynadım. Neden yaptım bilmiyorum. İçgüdüsel bir şeydi. Onların sadece topu kaçmıştı ama gökten düşen o top bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. 'Sanırım futbola devam etmem gerekiyor' diye düşündüm ve öyle yaptım" Bu sözler Çek futbolcu Karel Poborsky'e ait. Poborsky 2002 yazında henüz 30 yaşındayken Lazio'dan ayrılmasının ardından açıkladığı emeklilik kararından neden döndüğünü bu sözlerle açıklıyor. Daha sonra da Sparta Prag'a imza atıp beş sezon daha yeşil sahalarda top koşturdu. Beni ilgilendiren kısmı ise sadece "Hayat seni nereye sürüklerse sürüklesin içindeki futbol aşkı bir şekikilde ortaya çıkıyor" kısmı. Blog'u yakından takip edenler biliyor ama yine de buradan da duyurmak lazım. 30 Ağustos itibariyle hayatımı Madrid'de sürdürüyor olacağım. Aslında benim gibi iflah olmaz bir futbol aşığı daha ne ister ki? Her hafta, dünyanın en önemli iki liginden biri olan La Liga'da maç seyretme zevkine varacağım.


Bu noktada durum biraz düğümleniyor. Yaklaşık 10 senedir düzenli olarak Galatasaray maçlarına giden biri olmak demek, bir stada aidiyetiniz olduğu ve içinizde sebepsiz aşk yaşayan bir futbol canavarı olduğu anlamına geliyor. Mecidiyeköy'ün, her anı ayrı bir kaosu anımsatan "hayat dolu" sokaklarının ardından Madrid'de kendime yeni bir "Eski Açık" bulmam gerekiyordu. En başta sık sık patlak veren "halk insanı" modumdan ötürü çilekeş bir takım tutma arzum vardı. Bu durumda ya ikinci lig takımlarından Alcorcon'u tutacaktım ya da şehir dışından bir takım seçip, hayatımı deplasman belleyecektim. Derken kendime şu soruyu sordum: "Ben 10 senedir Galatasaray-Fenerbahçe derbisi yaşayan bir adamım, bu çilekeşlik beni nasıl kesecek?" Sonra Bülent Timurlenk ve Emre Atasoy gibi futbol düşünürlerinin internet üzerinde yazdığı "el derbi madrileño" yazılarını okudum. Hikayesi oldukça güzel olan Real Madrid-Atletico Madrid maçlarında bir şekilde yerimi almam gerekiyordu. Bunun için de en başta kendime bir taraf seçmem icap etti.


Real Madrid ve Atletico Madrid arasında seçim yaparken tabi ki en başta Real daha cazip geliyor. Sadece Cristiano Ronaldo bile bu takımı seçmek için bir neden. Ancak derine indiğimiz zaman Real Madrid'in faşist diktatör Franco'nun takımı olduğunu ve günümüzde bile hala Real'in aristokrasinin sembolü olduğunu görüyoruz. Atletico Madrid'in ise 1903 senesinde İspanyol butjuvasına muhalif olan bir grup liseli genç tarafından kurulduğunu görüyoruz. Bu "bir takım liseli genç tarafından kurulan kulüp" olayı bile aslında Atletico'nun Galatasaray'a ne kadar benzeyen bir kulüp olduğunu gösterir. Ayrıca 10 senedir Atletico'nun Santiago Bernabeu'dan galibiyet çıkartamaması da işin cabası. Bütün bunlar bir yana, Atletico şu anda Real ve Barça'nın ardından İspanya'da en çok bireysel anlamda star diyebileceğimiz oyunculara sahip kulüp. Diego Forlan ve Kun Agüero'nun yanı sıra Simao, Reyes, Assunçao gibi önemli isimlere sahipler. Ayrıca bu sezon alınan Diego Godin, Filipe Luis, Mario Suarez ve Fran Merida da hem gelecek vaat eden hem de en az La Liga veya Premier League tecrübesi olan isimler. Yani kadronun bu sezon bu denli heyecan verici ve efektif futbol oynayan isimlerden oluşması da Atletico'yu seçmemdeki nedenler arasında. Durum böyleyken Florentino Perez gibi antipatik bir adamın oluşturduğu takımın peşinden koşmak olmazdı. Başlıkda da dediğim gibi bu sezon Vicente Calderon'dan bildiriyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder