26 Mayıs 2012 Cumartesi
Kral Kupası finali ve yakın zamanda ülkemizde de görmek istediğimiz görüntüler
Athletic Club-Barcelona maçı. İspanya Kral Kupası finali. Son zamanlarda güzel futbolun simgesi haline gelmiş iki takım, La Masia ile Lezama gibi iki ekolün karşı karşıya gelişi ve de Guardiola ile Bielsa arasında "-siz çok iyi teknik direktörsünüz. -hayır efendim teessüf ederim siz daha süpersiniz" minimalinde geçen diyaloglar... Böyle bir ortamda muhtemelen futbol oyununu seven herkes televizyonunun karşısına geçip maçı seyretmiştir. Maçı izleyenler dikkat etmiştir; spiker Yalçın Çetin sürekli olarak gün içerisinde Madrid sokaklarında iki takım taraftarının ne kadar dostane görüntüler verdiğinden, Katalanlar ve Basklar arasında sevgi yumağı oluştuğundan ve yakın bir zamanda ülkemizde de bu tip görüntüleri görmek istediğinden bahsetti. Peki nedir bu yakın zamanda ülkemizde de görmek istediğimiz görüntüler? Üstteki fotoğraf karesinin sarı-lacivert & sarı-kırmızı olanı mı sadece?
İspanya'daki taraftarlık kültürü ile Türkiye'deki tarftarlık kültürü arasında çok ciddi semiyotik bir fark var. Örneğin bizde maçı izlemeyip desibel rekoru kırma yarışları yapılırken İspanya'da oyunu süzen ve maçın kritik anlarında ayağa fırlayarak hakemi somut olarak etki altına alan bir taraftar güruhu var. Amacım aradaki farkları, olumlu/olumsuz yönleri sıralayıp bir liste çıkarmak değil. Ancak Athletic ve Barça taraftarları arasında herhangi bir şekilde kavga çıkmayacağını İspanya futbolunu biraz takip eden hemen hemen herkes bilir. İspanya'da 60'lı yıllarda oluşan Kral'ın takımları ve Muhalif takımlar ayrımı İspanya'daki taraftarlık kültürünün bugünkü haline ulaşmasında önemli rol oynamıştı. Athletic, Barcelona, Atletico, Rayo gibi takımların taraftarları arasında her zaman "hepimiz aynı gemideyiz, aynı yolun yolcusuyuz" mantığı süregelmektedir. Nitekim bu takımlar arasında nadiren yaşanan gerilimler de sahada meydana gelen ekstra gerginliklerden türemiştir (Bkz: Goikoetxea'nın Maradona'yı biçmesi). Yani bu finalde "yakın zamanda ülkemizde de görmek istediğimiz görüntüler" olması gayet doğal. Geçen sene Mestella'da oynanan finalden önce hastanelik olan Boixos Nois grubu üyeleri ve iki sene önceki Madrileño derbisinden önce Plaza Mayor'da yaşanan meydan muharebesi de ülkemizde görmek istemediğimiz görüntülerdendi mesela.
Türkiye'nin görmek istediğimiz bu görüntülere neden elverişsiz bir "jungle" olduğunun tek bir sebebi yok. Takımlar arasında etnik, dinsel ya da politik bir çıkar ilişkisi olmadığı için sadece renk faşizmine dayalı, nereye gittiği belli olmayan, vahşi, koşulsuz ve tahammülsüz bir taraftarlık kültüründen bahsediyoruz. İki ezeli rakibin formasını sadece Milli maçlardaki tribünlerde bir arada görebilirken, farklı takımlarda oynayan iki Brezilyalı futbolcunun özel hayatlarında sık görüşmelerini ayıp karşılıyoruz. Hem Kadıköy'de toplanıp "Kartal gol gol gol" tezahüratı yapan Fenerbahçeliler, hem Bursaspor şampiyon olunca caddelerde timsah yürüyüşü yapan Galatasaraylılar aslında içlerinde barındırdıkları takım sevgisinden değil, rakibe olan nefretten yola çıkarak taraftarlık kimliğinin altını dolduruyorlar. Kendi kimliklerimizi oluştururken kullandığımız statülerden herhangi birini sevgimizle değil karşımızdakine nefretle beslediğimiz zaman, ülkemizde görmek istediğimiz görüntülerin gelmesi de ertelenmiş oluyor. Yani ne İspanya'daki taraftarlık kültürü çok naif ve sevecen (duruma göre oluyor), ne de Türkiye bu görüntülerin gerçekleşebileceği kadar "rival club" olgusuna saygılı ve futbolun bir oyun olduğunu hatırlayabilen bir ülke.
Maçla ilgili fazla söyleyecek bir şey yok; Pep Guardiola'nın kulüpteki kupalarla dolu teknik direktörlük macerasına kupayla veda etmesi şık oldu. Maçın 85. dakikasında Tito Vilanova'ya sarılarak gülümsemesini görünce aklıma Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabı geldi. Daha doğrusu kitabın son cümlesi: "Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder