30 Eylül 2010 Perşembe

İlk maç


"Atina'dan Madrid'e geldiğimde daha büyük bir lige geldiğimi biliyordum. İşin ciddiyeti ortadaydı. Çok yetenekli futbolculardan kurulu bir kadroya dahil olmuştum. Atletico Madrid, Panionios'dan on kat daha büyük bir kulüptü. Ancak ligin ilk maçı olan Albacete deplasmanına çıkarken, bu serüvenin La Liga şampiyonluğuyla biteceğini söyleselerdi, onlara 'Dalga geçecek başka birisini bulun' derdim"


Yukarıdaki sözler Milinko Pantiç'e ait. Panionios'dan 1995 yazında Atletico Madrid'e gelen Sırp futbolcunun Madrid'in güneyinde efsaneleşmesi sadece bir sezonda gerçekleşti. Sezonu şampiyon tamamlayan Atletico Madrid'de Kiko, Vizcaino, Juan Carlos, Penev, Solozabal ve Pirri gibi isimlerin arasında kendini en kısa sürede ispatlayan isim Pantiç olmuştu. Genelde sezonu şampiyon tamamlayan futbolcular, "Başından beri biliyorduk""İnandık ve başardık" gibi iddialı cümleler sarf ederler. Pantiç ise mütevazı kişiliğinden ödün vermiyor. İlk maça çıkarken aklında şampiyonluğun ş'si bile olmadığını rahat rahat ifade edebiliyor. Sezonu Valencia'nın beş puan önünde tamamlayan Madrid cephesinde Pantiç'in ismi aynı zamanda asist krallığında ikinci basamakta yazıyordu. İlk maça çıkmak önemlidir. Sonunu bilmediğin bir hikayenin ilk cümlesini yazmak gibidir. Postu şöyle bağlayayım; ilk maça çıkmak kadar, ilk maça gitmek de önemlidir. Bu akşam Atletico Madrid - Leverkusen maçındayım. Rastgele!


20 Eylül 2010 Pazartesi

Yorumsuz

Gençlik sahada


Yukarıdaki fotoğraf 2007 senesine ait. U-17 Avrupa Şampiyonası'nda şampiyon olan İspanyol futbolcular, kupanın sevincini yaşıyor. Karedeki dört isim bu akşam oynanan Atletico Madrid - Barcelona maçında sahadaydı. David De Gea, Fran Merida ve Ignacio Camacho Atletico'da; Bojan Krkic ise Barça cephesindeydi. Bu arada aşağıdaki Giovani Dos Santos'un İspanya'da yıllar önce kaybettiği kardeşi değil di mi? :)

Barça'lı Simao


Marca gazetesi bugünkü Atletico Madrid - Barcelona maçından önce Simao Sabrosa'yla röportaj yapmış. Adamın verdiği mesaj kısa ve net: "Bir zamanlar ben de oradaydım, Barça'nın havasını biliyorum, bu akşam maçı alacağız". İşe yaramadı tabi. Messi'nin sağ ayağı davul gibi şişmeden önce çoktan işi bitirmişti. Simao, Marca'ya yukarıdaki pozu vermiş. Barcelona'nın 2000-2001 sezonundan bir kare. Kaptan Pep Guardiola. Barça'da, Kluivert'lı, Overmars'lı, De Boer'li Hollanda günleri...

Bu arada Simao Sabrosa demişken aşağıdaki fotoğrafı da vermeden edemeyeceğim. Soyunma odasında Cristiano Ronaldo ve Kaka'yla karşılaşmış gurbetçi genç edası var...

17 Eylül 2010 Cuma

Xabi Alonso


Haftasonu Real Sociedad - Real Madrid maçı var. Alonso eski takımına karşı ilk kez forma giyecek. Maçtan önceki basın toplantısında lafı koydu.

Soru: "Sociedad'a gol atarsan sevinecek misin?"
Xabi: "Gole sevinmek mi? Birisi doğduğunuz hastaneyi yaksa buna sevinir misiniz?"

15 Eylül 2010 Çarşamba

Çocuk olmak vardı #2


Daha önceden Ribery'yi paylaşmıştım. Bu da Sergio Ramos. İyi eğlenceler...

Müslüm Baba Palmeiras'da


Çakma Müslüm Gürses, nam-ı diğer Amaral kardeşimiz geçen sene futbolu bıraktığını açıklamıştı. Şimdi huzur evinin kapısından geri dönmüş. Yaşı 37 ve kendisine kulüp arıyor. Formdan düşmemek için altyapısından yetiştiği Palmeiras'la idmanlara çıkıyor ve karaoke barlarda Müslüm Baba şarkıları söylüyormuş(!). Bu arada şu Palmeiras tesislerini bir ziyaret etmek lazım. Kaleci Marcos, Cassio Lincoln, Amaral, Scolari filan derken iyice aşure gibi ortam oluştu kulüpte.

Yanarım yanarım Torres'e yanarım...


Bu sene Vicente Calderon'da ağzımızın tadıyla maç seyredeceğiz ama aklıma getirmeden de edemiyorum. "Ulan Torres sen de burada olacaktın"


TORRES'İN ATLETICO'SU






14 Eylül 2010 Salı

Futbolu yaşayan bir ülkede olmak...


Daha önceden de belirttiğim gibi artık Madrid'deyim. Geleli daha iki hafta olmasına rağmen İspanya'nın futbolda hatta hemen hemen bütün spor dallarında neden bu kadar başarılı bir ülke olduğunu anlamak hiç de zor olmadı. Kaldığım bölge Madrid'in 30 km. dışarısındaki Villaviciosa kasabası ve nüfusu 20 bin kişiyi bile bulmuyor. İstanbul ise 20 milyon kişiyi aşmış dev bir metropol. Sadece Şişli ilçesi bile Villaviciosa'nın 20 katı. Sporla ne alakası mı var? Hemen anlatayım; buradaki ilk günümde ev sahibimle sohbet ederken kasabada spor yapma imkanlarının ne olduğunu ve nasıl spor yapabileceğimi sordum. Aldığım cevap oldukça enteresandı, "Buradaki her üç parselden birinde iki futbol sahası, iki tenis kortu, iki de basket sahası var. Ama atletizmle veya yüzme yapmak istiyorsan kasabanın merkezine (bulunduğumuz yerden sadece 10 dakika uzaklıkta) inmen lazım". Bu cevabı aldıktan sonra ufak çaplı bir şok geçirdim ve adama "parsel" derken ne demek istediğini sordum, cevabı tahmin ettiğimden daha da şaşırtıcıydı: "Yani burada üç ev başına iki futbol sahası, iki tenis kortu ve iki basket sahası düşüyor". Bilmem farkında mısınız ama koskoca Şişli'de halı sahaları ve çocuk parklarındaki çakma egzersiz aletlerini çıkartırsanız halkın kullanabileceği herhangi bir kamusal spor alanı bulunmuyor. İşte hep soruyoruz ya, "Küçücük ülkeden Sergio Ramos'lar, Rafael Nadal'lar, Pau Gasol'lar nasıl çıkıyor?" diye, işte cevabı burada saklı. Maalesef Türk insanı spor yapmayı sevmeyen bir anlayışa sahip. Tabi ki bunda halka spor yapma imkanlarını sunmayan devletin de payı çok büyük.


Geçen hafta Real Madrid - Osasuna maçındaydım. Osasuna tribünlerinde oturuyordum ve ortama ayak uydurabilmek için kendi çapımda tezahüratlara eşlik edip, "doğuştan Osasuna'lıymış gibi" hop oturup hop kalkıyordum. Bir pozisyonda Masoud kendine atılan pası kontrol edemedi ve top taca çıktı, ben de Osasuna'lıymış gibi sinirlenip bağırınca yanımdaki Osasuna'lı beni şöyle uyardı: "Dikkat ettin mi bilmiyorum ama Masoud oyuna ısınmadan girdi, bu tip pozisyonlarda ısınmamış oyuncularda konsantrasyon kaybı olur ve bu hatalar normaldir".  Adam bu cümleyle başlayıp bana aşil tendonundaki sakatlıkların ne denli tehlikeli olduğundan, baldırlardaki kasların yeteri kadar ısınmadan çalışması halinde kramp girmesi olasılığının ne kadar fazla olduğuna kadar bir dizi bilgi aktardı. Bu arada adam fizyoterapist filan değil, bildiğin Osasuna'lı manav! Sadece bir dönem triatlon yapmış ve bu bilgileri spor yaptığı dönemde elde etmiş. Yani bizim millettin oturduğu yerden, "Ulan Sabri iki koştun hemen yoruldun" diye bağırması normal. Çünkü spor yapmamış, bilmiyor neyin ne olduğunu.


Maçtan bahsetmişken biraz da "esas olaya" gireyim. Santiago Bernabeu'ya gidip etkilenmemek mümkün değil. Biz müzemizdeki tek UEFA kupasıyla övünürken, bir bakıyorsun adamlar müzeye yan yana dokuz tane Şampiyonlar Ligi kupası koymuşlar. Gheorghe Hagi'nin "unutulmaz futbolcularımız" duvarında yer alması, bir Galatasaraylı olarak insanın içini ayrı bir mutlu ediyor. Tabi aynı duvarda Roberto Carlos ve Guti'nin de olduğunu belirtelim. Taraftar konusuna gelince Real Madrid beni oldukça hayal kırıklığına uğrattı. Sadece stadın güneyindeki kalenin arkasındaki 100 kişilik ultras grubu maç boyunca bağırıyor, geri kalan ise şımarık taraftar modeli. Maç boyunca resmen 20 kişilik Osasuna taraftarının (biri de benim düşünün) daha çok sesi çıktı. Tabi ki store ve marketing konusunda laf edemeyiz. Adamlar zaten endüstriyel futbolun bir numaralı sembolü. Adamın marketing'ine laf edersen sana Ronaldo formasını ters giydirir valla. Haftasonu Vicente Calderon'dayım bu sefer. Ait olduğum yerde de diyebilirim. Forlan forması hazır. Dolapta maç saatini bekliyor. Pazartesi günkü postta umarım Barcelona'nın Hercules'ten sonra Atletico'ya da yenilerek nasıl bir düşüş içine girdiğini yazıyor olurum...

9 Eylül 2010 Perşembe

Öyle değil böyle giyilir


Yeni sezon öncesinde forma numaraları da taraftarlar tarafından merakla bekleniyor. Real Madrid, Raul'un daha teri kurumadan 7 numaralı formayı Cristiano Ronaldo'ya vermişti. Barcelona da bu arada boş durmadı. Zlatan Ibrahimoviç'in AC Milan'a transferi sonrasında 9 numaralı formayı Bojan'ın sırtına geçirdi. Mundo Deportivo gazetesi de bu anı kare kare görüntülemiş. "Forma öyle değil böyle giyilir"


Yakışır.